Aytekin Karma
İklim Bayraktar’ın yaklaşık 2 yıl boyunca 119 çocuk ve genç, 87 mağdur ebeveynle yaptığı görüşmeler sonucunda hazırladığı ‘Rızası Yok: Bir Kereden Çok Şey Olur!’ adlı kitabı Destek Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı.
Biz de bu vesileyle Bayraktar’a sorularımızı yönelttik. Kendisine kitabın hazırlanma sürecini, çocuk istismarının toplumdaki ve siyasal alandaki yansımasını ve çözüm için yapılması gerekenleri sorduk.
‘Rızası Yok’ nasıl ortaya çıktı? Böyle bir kitap hazırlamaya nasıl karar verdiniz?
Aslında ortada üzeri kapatıldığı için “münferit” denerek yok sayılan “devasa” ve gerçekten bu ülkenin geleceği olan çocuklara yönelik çok büyük bir sorun vardı. Dokunulmasın, bilinmesin denen ve giderek yaygınlaşan. Açığa çıkması istenmeyen, engellenen bu konu için yıllar önce başladığım çalışmanın ürünü oldu bu kitap. Yıllar önce beni susturdular ama sapıkları durduramadılar; beni susturmak kadar kolay olmadı çocukları korumak, sapıkları dizginlemek ve gün geçtikçe arttı rezillik. Ve artık medyaya çok fazla olay yansır oldu. Yani ortada yıllardır körüklenerek yüzlerce çocuğu yakan alevleri, toplumdan gizlenen ateşi görünür kılmak istedim, tıpkı Mustafa Hoş gibi birkaç cesur yazarın, gazetecinin yaptığı gibi, örtüyü kaldırıp topluma alevlerin yaktığı çocukların çığlığını duyurmak istedim. O alevlere su dökmenin zamanı çoktan gelmişti. İnsan ve gazeteci olarak artık isyan ettiğim bir noktada bu kitabı yazdım.
Cinsel istismar mağduru 119 çocuk ve genç, 87 mağdur ebeveynle uzun görüşmeler yapmışsınız. Görüşme süreciniz nasıldı, anlatır mısınız?
İrtibat kurduğum gençler ve ailelerle karşılıklı güveni sağlamak, diğer mağdurların da bana ulaşmasını sağladı. Bu nedenle çalışmanın görüşme kısmı 2 yılı yakın sürdü. Hâlâ da görüşüyorum. Yazdım bitti değil; bu ilk adımdı, devamı gelecek. Bu soruna toplum, yetkin kurumlar ve siyasetçiler duyarlı olup, ciddi ve yapıcı adım atana kadar bu insanların sesine ses olmaya devam edeceğim.
‘HER TÜRLÜ EĞİTİM KURUMU MERCEK ALTINA ALINMALI’
Yaşanan sorunların bir kısmı da olayı örtbas eden ailelerden kaynaklanıyor. Aileler neden böyle davranıyorlar?
Aileler, çocuklarının yaşadıklarını çoğu zaman öğrenmiyorlar bile ya da yıllar sonra öğreniyorlar. Çocuklar sevgisiz, ilgisiz sürekli sözlü ya da fiziksel şiddet uygulayan ailelerine açılamıyorlar ki. Sapıklar da zaten “Ailenin başı belaya girer; sana değil, bize inanırlar, sen günahkârsın, ailen öğrenirse onlar da günaha dahil olur, cehennemlik olursunuz, kardeşini öldürürüz, videoya çektik, rezil ederiz seni” gibi tehditlerle daha da korkutuyorlar bu çocukları. Zaten özellikle ilgisiz, sorunlu, yetersiz ailelerin sessiz, içine kapanık, sinik çocuklarını hedef seçiyor sapkınlar.
Aileler bir şekilde öğrendiklerinde de içinde bulundukları çevre, akraba, mahalle ya da bağlı bulundukları cemiyetten baskı görüyorlar ve dışlanmamak için susuyorlar. Hatta bazı küçük köy ve ilçelerde linçlenmemek için susuyor ya da göç ediyorlar. Çoğu zaman diyanette, emniyette, bağlı bulundukları cemaatte ya da kurumda tatlı tatlı ikna ediliyorlar şikayetçi olmamaları yönünde. Bir parmak bal çalınıyor ağızlarına, sözde sapık tartaklanıyor ve kurumdan yollanıyor, “Biz cezasını verdik, sen rezil olma, duyulmasın, çocuğun adı çıkmasın” denilerek. Büyük çoğunluğu, tarikat ve cemaat baskısı, Allah, din, iman maskesi ile yapılan manevi baskıya teslim oluyor. Dini ve dini kurumları kötü göstermek, sözde ateistlerin eline koz vermek olur diye evlatlarını yok sayıyorlar. Susmayanlar, susmamaları konusunda ikna olanlar, kendilerine destek amaçlı uzanan ele, ellere güvenen aileler az da olsa var ama onlar da gerçekten uzun süren yargılama aşamasında bin pişman oluyorlar. Çünkü süreç uzadıkça baskıya ve korkutmaya açık hale geliyorlar. Yalnız kalabiliyorlar. Hatta davayı kaybedeceklerine dair güçlü bir fikre sahip olup daha da zor günler yaşıyorlar, çok yıpranıyorlar.
Benim görüştüklerim içinde emniyet ya da adli kayıtlara yansıyanlar çok az. Bu sapıkların ve mağdur çocukların sayısının ancak dörtte biri yansıyor resmi verilere. Bunun çözümü, siyaset kurumlarının topyekun bu konuyu TBMM’ye taşıyıp masaya enine boyuna yatırmasıyla olur. Eğitim, kurs, dershane başta olmak üzere mahalle arası mantar gibi açılan küçük vakıf şubelerine ağır yaptırımlar içeren yasal düzenlemeler ve sapıklar için ağır cezalar getirilmeli. O zaman hem olayların azalacağı hem mağdurların çoğunun susmayacağını görecekler.
“Kol kırılır yen içinde kalır” mantığı sadece cahil bir kitle tarafından değil, AK Parti’nin bazı kadroları tarafından da savunuluyor. Bu çürümüşlüğün siyasal yansımasına dair neler söylemek istersiniz?
Yıllardır söylüyorum. Cahilliğin, dinle afyonlamanın haricinde, toplumun her kesiminde inanamadığım bir tavır var. Herkes kendi sapığını koruyor kolluyor. Tam tersi, herkes kendi mahallesinin sapığını kendi dışlasa, kendi ayıklayıp adalete teslim etse, zaten sorun çok büyük oranda çözülecek.
Öte yandan, konunun çözümü için her türlü eğitim kurumu mercek altına alınmalı. Sıkı denetimden geçmeli ama öyle göstermelik değil. TBMM’de bir araştırma kurulu oluşturulmalı; aileler ve çocuklar, gençler samimiyetle dinlenmeli. Hukukçular, psikologlar, Aile Bakanlığı uzmanları, Diyanet Bakanlığı uzmanları, sosyologlar bir araya getirilmeli. Ve hepsi de inançlarını ve siyasi görüşlerini dışarda bırakıp oturmalı masaya. Sadece çocuklarımız ve sağlıklı nesiller yetiştirmek adına dinlemeliler o mağdurları ve yaşanan rezil olayları.
Gerçekten, amasız fakatsız “gerçekten” sorunu çözmek istiyorlarsa çözüm basit. Siyasi parti ayrımı gözetmeden, mecliste var ya da yok, her siyasi partinin, her STK’nın görüşleri alınmalı. Öyle, önerge verdik hayır dediler, önerge verdiniz hayır dedik tavrı ile olayı iktidar muhalefet kavgasına dönüştürüp konuyu buzluğa kaldırmak halkın temsilcisi vekillere yakışmaz. “Eh, biz adım attık ama olmadı” diyerek sorundan kaçış hakkını vermemeliyiz, toplumca ses çıkarmalıyız. Onlar da anne, baba, amca, dayı, teyze, hala olduğunu her an hatırlamalılar. Mitinglerde sokakta bir çocuğu kucaklamak, yanağından makas almak, iki oyuncak vermek, bulundukları konumlar göz önüne alındığında, çocuklarımızı tüm sapkınlardan korumak için yeterli değildir. Bu onların kendini ve toplumu kandırmasıdır.
‘ÇOCUK İSTİSMARI HER YERDE VAR’
Son yıllarda cemaat ve tarikat yurtları, Kuran kursları vb. gibi yerler çocuk istismarı haberleriyle çokça anılmaya başladı. Yaptığınız görüşmelerden hareketle neler söylemek istersiniz?
Öncelikle belirtmek isterim ki çocuk istismarı her yerde var. Ailede, akraba içinde, mahallelerde… Ne yazık ki okullarda da taciz, cinsel istismar, her türlü psikolojik ve bedensel şiddet yaşanıyor. Her kesimde, her kurumda var yani. Kitapta yer verdiğim ya da veremediğim, dinlediğim ama yazamadığım, duyduğum ama yutkunduğum, susmak zorunda kaldığım istismarların büyük oranı dini kurumlarda yaşandığı için zaten yanlış yönlere çekiliyor ve konudan uzaklaşıyor toplum. Son zamanlarda özellikle yaygın merdiven altı kurs merkezleri var, mahalle aralarında mantar gibi çoğaldılar, özellikle küçük il ve ilçelerde. Bunu anlatan bir avuç cesur ve çözüm arayan meslektaşım gibi beni de dinsiz, din düşmanı diye linç edenler oldu, olacak. Bizlerin bu ülkenin, hepimizin geleceği çocuklarımız için mücadele edip, elimizi taşın altına soktuğumuzu görmeleri de yine ne yazık ki manevi ve maddi baskılarla engelleniyor.
Şunu da vurgulamak gerek; suçun türü ve kime yönelik olduğundan çok, suçlunun kimliğine, makamına, mesleğine, siyasi veya maddi gücüne, ait olduğu çevreye göre tavır almak “benim suçlum, sizin suçlunuz” demek failleri cesaretlendiriyor ve suç sayısında artışlar oluyor. O nedenle toplum olarak o’cu bu’cu diye ayırmadan “Suçlu suçludur, sapık sapıktır” demek gerekiyor ki adalet kılıcını keskin, terazisini adil işletsin.
Peki böyle bir mağduriyet yaşayan insanlar ve aileleri nasıl bir yol izlemeliler? Almaları gereken psikolojik desteğe ve olayın hukuki süreçlerine dair bize bilgi verir misiniz?
Aileler öncelikle çocuklarına kendileri sahip çıkacak. İyi gözlemleyecek. Koruyacak. Kontrol edecek arada. Önüne gelen kuruma “eti senin kemiği benim” diye teslim etmeyecek. Sevgiyle dinleyecek, çocuk diyerek geçiştirmeyecek, ciddiyetle yaklaşacak, önemsediğini belli ederek dinleyecek çocuklarını, yani kısaca aradaki güveni tesis edecek ki çocuklar her şeyi korkmadan anlatabilsinler. Ailelerinin her konuda onları koruyacağına küçük yaştan itibaren inanmalı çocuklar. Bu konuda aslında en önemli ilk aşama bu. Uyanık olacaklar, gözlemleyecekler çocuklarını. Sonra adli ve tıbbi destek için geç kalmayacaklar. Bu konuda çalışma yapan konunun uzmanı hukukçular, psikologlar, sosyologlar var. Çocuğun psikiyatrik destek alması gerekiyor acilen, hatta ailelerin de. Hukuki süreçlerin ne kadar uzun ve yıpratıcı olduğunu ve çıkan cezalarında bunca acıya değmediğini düşünen aileler için yıkım olduğunu zaten belirttim. O yüzden bu konuda devlet kurumlarının birçok yeni düzenleme yapması gerektiğinin altını çiziyorum sürekli.
Bütün bu araştırmanın ardından nasıl bir sonuçla karşılaştınız? Genel olarak bize neler söylemek istersiniz?
Sonuç korkunç, ürkütücü bir tablo. Çok acı ama gerçek bu. Bu ülke çocuklarını koruyamıyor. Önce bu gerçeği kabul edeceğiz. Bu gerçeğin birkaç yıl içinde toplumu büyük bir yozlaşmaya ve ahlaki çöküntüye sokacağından emin olunmalı. Sağlıksız yeni nesiller istenmiyorsa önce bu derin uykudan uyanacaklar. Çözümü için de öncelikle bu vatanın iyi kalpli cesur insanları siyasi görüşü, mesleği, görevi, eğitimi, inancı ne olursa olsun çocuk çığlıklarına kulaklarını kapatmayacak. Bir çığlıklara duyarlı olup ses katacak her insan en az 10 çocuğun bu iğrenç saldırıdan kurtulmasına vesile olacaktır.
Ben aldığım olumlu tepkilerden sonra bu ülkenin vicdanlı insanlarına güveniyorum. En çok da gerçek müminlerin, dini inançlarını gereği gibi yaşayanların bu konuda artık sessiz kalmayacağına inanıyorum. Annelere güveniyorum, onlar her tür öğretide ve inançta her tür canlının ilk görevi olan çocuklarını her şeye rağmen her şeyden korumakla yükümlü olduklarının farkına daha iyi varacaklar. Bunu yürekten istiyorum…